Zâriyât suresi türkçe okunuş sesli takip
Kuranı kerimin 51 sıradaki 51. suresi olan Zâriyât suresinin Kolay ezberleme ve doğru okuma için türkçe okunuşu ile latin harflerle yazılışını ve anlamını en kolay anlaşılan şekilde biraraya getirdik. dilerseniz mp3 olarak bu sureyi indirebilirsiniz. Allah Blogumdan faydalananlara zihin açıklığı versin.
1.ayeti
Zâriyât 1
- Vez zâriyâti zerven.
- بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ وَٱلذَّٰرِيَٰتِ ذَرْوًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
2.ayeti
Zâriyât 2
- Fel hâmilâti vırken.
- فَٱلْحَٰمِلَٰتِ وِقْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
3.ayeti
Zâriyât 3
- Fel câriyâti yusren.
- فَٱلْجَٰرِيَٰتِ يُسْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
4.ayeti
Zâriyât 4
- Fel mukassimâti.
- فَٱلْمُقَسِّمَٰتِ أَمْرًا
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
5.ayeti
Zâriyât 5
- İnnemâ tûadûne le sâdikûn.
- إِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌ
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
6.ayeti
Zâriyât 6
- Ve inned dîne le vâkıu(vâkıun).
- وَإِنَّ ٱلدِّينَ لَوَٰقِعٌ
- (1-6) Tozutup savuranlara, ağırlık taşıyanlara, kolaylıkla akanlara, iş bölüştürenlere andolsun ki, size vaad olunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecektir.
7.ayeti
Zâriyât 7
- Ves semâi zâtil hubuki.
- وَٱلسَّمَآءِ ذَاتِ ٱلْحُبُكِ
- (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
8.ayeti
Zâriyât 8
- İnnekum le fî kavlin muhtelifin.
- إِنَّكُمْ لَفِى قَوْلٍ مُّخْتَلِفٍ
- (7-8) Yollara (yıldızların dolaştığı yörüngelere) sahip göğe andolsun ki, muhakkak siz, (peygamber hakkında) çelişkili sözler söylüyorsunuz.
9.ayeti
Zâriyât 9
- Yû’feku anhu men ufik(ufike).
- يُؤْفَكُ عَنْهُ مَنْ أُفِكَ
- Ondan (Peygamber’den) çevrilen çevrilir.
10.ayeti
Zâriyât 10
- Kutilel harrâsûne.
- قُتِلَ ٱلْخَرَّٰصُونَ
- (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
11.ayeti
Zâriyât 11
- Ellezîne hum fî gamretin sâhûne.
- ٱلَّذِينَ هُمْ فِى غَمْرَةٍ سَاهُونَ
- (10-11) Cehalet içinde gaflete dalmış olan (ve “Muhammed şairdir, delidir” diyen) yalancılar kahrolsun!
12.ayeti
Zâriyât 12
- Yes’elûne eyyâne yevmud dîn(dîni).
- يَسْـَٔلُونَ أَيَّانَ يَوْمُ ٱلدِّينِ
- “Ceza günü ne zaman?” diye sorarlar.
13.ayeti
Zâriyât 13
- Yevme hum alen nâri yuftenûne.
- يَوْمَ هُمْ عَلَى ٱلنَّارِ يُفْتَنُونَ
- (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
14.ayeti
Zâriyât 14
- Zûkû fitnetekum, hâzellezî kuntum bihî testa’cilûn(testa’cilûne).
- ذُوقُوا۟ فِتْنَتَكُمْ هَٰذَا ٱلَّذِى كُنتُم بِهِۦ تَسْتَعْجِلُونَ
- (13-14) Ateş üzerinde azaba uğratılacakları gün (görevli melekler onlara şöyle der): “Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur.”
15.ayeti
Zâriyât 15
- İnnel muttekîne fî cennâtin ve uyûnin.
- إِنَّ ٱلْمُتَّقِينَ فِى جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
- (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
16.ayeti
Zâriyât 16
- Âhizîne mâ âtâhum rabbuhum, innehum kânû kable zâlike muhsinîn(muhsinîne).
- ءَاخِذِينَ مَآ ءَاتَىٰهُمْ رَبُّهُمْ ۚ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَبْلَ ذَٰلِكَ مُحْسِنِينَ
- (15-16) Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri alarak cennetlerde ve pınar başlarında bulunurlar. Şüphesiz onlar bundan önce iyilik yapan kimselerdi.
17.ayeti
Zâriyât 17
- Kânû kalîlen minel leyli mâ yehceûn(yehceûne).
- كَانُوا۟ قَلِيلًا مِّنَ ٱلَّيْلِ مَا يَهْجَعُونَ
- Geceleri pek az uyurlardı.
18.ayeti
Zâriyât 18
- Ve bil eshârihum yestağfirûne.
- وَبِٱلْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
- Seherlerde bağışlama dilerlerdi.
19.ayeti
Zâriyât 19
- Ve fî emvâlihim hakkun lis sâili vel mahrûmi.
- وَفِىٓ أَمْوَٰلِهِمْ حَقٌّ لِّلسَّآئِلِ وَٱلْمَحْرُومِ
- Mallarında (yardım) isteyen ve (iffetinden dolayı isteyemeyip) mahrum olanlar için bir hak vardır.
20.ayeti
Zâriyât 20
- Ve fîl ardı âyâtun lil mûkınîne.
- وَفِى ٱلْأَرْضِ ءَايَٰتٌ لِّلْمُوقِنِينَ
- (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
21.ayeti
Zâriyât 21
- Ve fî enfusikum, e fe lâ tubsirûn(tubsirûne).
- وَفِىٓ أَنفُسِكُمْ ۚ أَفَلَا تُبْصِرُونَ
- (20-21) Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde birçok alametler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz?
22.ayeti
Zâriyât 22
- Ve fîs semâi rızkukum ve mâ tûadûn(tûadûne).
- وَفِى ٱلسَّمَآءِ رِزْقُكُمْ وَمَا تُوعَدُونَ
- Gökte rızkınız ve size vaad olunan şeyler vardır.
23.ayeti
Zâriyât 23
- Fe ve rabbis semâi vel ardı innehu le hakkun misle mâ ennekum tentıkûn(tentıkûne).
- فَوَرَبِّ ٱلسَّمَآءِ وَٱلْأَرْضِ إِنَّهُۥ لَحَقٌّ مِّثْلَ مَآ أَنَّكُمْ تَنطِقُونَ
- Göğün ve yerin Rabbine andolsun ki o (size va’dolunanlar), sizin konuşmanız gibi gerçektir.
24.ayeti
Zâriyât 24
- Hel etâke hadîsu dayfi ibrâhîmel mukremîn(mukremîne).
- هَلْ أَتَىٰكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَٰهِيمَ ٱلْمُكْرَمِينَ
- (Ey Muhammed!) İbrahim’in ağırlanan misafirlerinin haberi sana geldi mi?
25.ayeti
Zâriyât 25
- İz dehalû aleyhi fe kâlû selâmâ(selâmen), kâle selâm(selâmun), kavmun munkerûn(munkerûne).
- إِذْ دَخَلُوا۟ عَلَيْهِ فَقَالُوا۟ سَلَٰمًا ۖ قَالَ سَلَٰمٌ قَوْمٌ مُّنكَرُونَ
- Hani onlar, İbrahim’in yanına varmışlar ve “Selâm olsun sana!” demişlerdi. O da “Size de selâm olsun.” demiş, “Bunlar tanınmamış (yabancı) kimseler” (diye düşünmüştü).
26.ayeti
Zâriyât 26
- Fe râga ilâ ehlihî fe câe bi iclin semînin.
- فَرَاغَ إِلَىٰٓ أَهْلِهِۦ فَجَآءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ
- Hissettirmeden ailesinin yanına gidip, (pişirilmiş) semiz bir buzağı getirdi.
27.ayeti
Zâriyât 27
- Fe karrebehû ileyhim kâle e lâ te’kulûn(te’kulûne).
- فَقَرَّبَهُۥٓ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
- Onu önlerine koydu. “Yemez misiniz?” dedi.
28.ayeti
Zâriyât 28
- Fe evcese minhum hîfeh(hîfeten), kâlû lâ tehaf, ve beşşerûhu bi gulâmin alîm(alîmin).
- فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا۟ لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَٰمٍ عَلِيمٍ
- (Yemediklerini görünce) onlardan İbrahim’in içine bir korku düştü. Onlar, “korkma” dediler ve onu bilgin bir oğul ile müjdelediler.
29.ayeti
Zâriyât 29
- Fe akbeletimreetuhu fî sarretin fe sakket vechehâ ve kâlet acûzun akîmun.
- فَأَقْبَلَتِ ٱمْرَأَتُهُۥ فِى صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
- Bunun üzerine karısı bir çığlık kopararak yönelip elini yüzüne vurdu. “Ben kısır bir kocakarıyım (nasıl çocuğum olabilir?)” dedi.
30.ayeti
Zâriyât 30
- Kâlû kezâliki kâle rabbuk(rabbuki), innehu huvel hakîmul alîmu.
- قَالُوا۟ كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُۥ هُوَ ٱلْحَكِيمُ ٱلْعَلِيمُ
- Onlar dediler ki: “Rabbin böyle buyurdu. Şüphesiz O, hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”
31.ayeti
Zâriyât 31
- Kâle fe mâ hatbukum eyyuhel murselûn(murselûne).
- ۞ قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا ٱلْمُرْسَلُونَ
- İbrahim, onlara: “O hâlde asıl işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
32.ayeti
Zâriyât 32
- Kâlû innâ ursilnâ ilâ kavmin mucrimîne.
- قَالُوٓا۟ إِنَّآ أُرْسِلْنَآ إِلَىٰ قَوْمٍ مُّجْرِمِينَ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
33.ayeti
Zâriyât 33
- Li nursile aleyhim hıcâreten min tînin.
- لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِّن طِينٍ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
34.ayeti
Zâriyât 34
- Musevvemeten inde rabbike lil musrifîn(musrifîne).
- مُّسَوَّمَةً عِندَ رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
- (32-34) Onlar şöyle dediler: “Biz suçlu bir kavme (Lût’un kavmine), üzerlerine çamurdan, pişirilmiş ve Rabbinin katında haddi aşanlar için belirlenmiş taşlar yağdırmak için gönderildik.”
35.ayeti
Zâriyât 35
- Fe ahrecnâ men kâne fîhâ minel mû’minîn(mû’minîne).
- فَأَخْرَجْنَا مَن كَانَ فِيهَا مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- Orada (Lût’un yöresinde) bulunan mü’minleri çıkardık.
36.ayeti
Zâriyât 36
- Fe mâ vecednâ fîhâ gayre beytin minel muslimîn(muslimîne).
- فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِّنَ ٱلْمُسْلِمِينَ
- Zaten orada bir ev halkından başka müslüman bulamadık.
37.ayeti
Zâriyât 37
- Ve tereknâ fîhâ âyeten lillezîne yahâfûnel azâbel elîm(elîme).
- وَتَرَكْنَا فِيهَآ ءَايَةً لِّلَّذِينَ يَخَافُونَ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ
- Orada, elem dolu azaptan korkacaklar için bir ibret bıraktık.
38.ayeti
Zâriyât 38
- Ve fî mûsâ iz erselnâhu ilâ fir’avne bi sultânin mubînin.
- وَفِى مُوسَىٰٓ إِذْ أَرْسَلْنَٰهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَٰنٍ مُّبِينٍ
- Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik.
39.ayeti
Zâriyât 39
- Fe tevellâ bi ruknihî ve kâle sâhırun ev mecnûnun.
- فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِۦ وَقَالَ سَٰحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
- O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi.
40.ayeti
Zâriyât 40
- Fe ehaznâhu ve cunûdehu fe nebeznâhum fîl yemmi ve huve mulîm(mulîmun).
- فَأَخَذْنَٰهُ وَجُنُودَهُۥ فَنَبَذْنَٰهُمْ فِى ٱلْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
- Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu.
41.ayeti
Zâriyât 41
- Ve fî âdin iz erselnâ aleyhimur rîhal akîm(akîme).
- وَفِى عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ ٱلرِّيحَ ٱلْعَقِيمَ
- Âd kavminde de ibretler vardır. Hani onların üzerine köklerini kesen rüzgârı göndermiştik.
42.ayeti
Zâriyât 42
- Mâ tezeru min şey’in etet aleyhi illâ cealethu ker remîm (remîmi ).
- مَا تَذَرُ مِن شَىْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَٱلرَّمِيمِ
- Üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül ediyordu.
43.ayeti
Zâriyât 43
- Ve fî semûde iz kîle lehum temetteû hattâ hînin.
- وَفِى ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا۟ حَتَّىٰ حِينٍ
- Semûd kavminde de ibretler vardır. Hani onlara, “Bir süreye kadar faydalanın bakalım” denmişti.
44.ayeti
Zâriyât 44
- Fe atev an emri rabbihim fe ehazethumus sâikatu ve hum yanzurûn(yanzurûne).
- فَعَتَوْا۟ عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ ٱلصَّٰعِقَةُ وَهُمْ يَنظُرُونَ
- Derken Rablerinin emrinden uzaklaşıp azmışlardı. Bu yüzden bakınıp dururken kendilerini yıldırım çarpıvermişti.
45.ayeti
Zâriyât 45
- Fe mestetâû min kıyâmin ve mâ kânû muntesirîne.
- فَمَا ٱسْتَطَٰعُوا۟ مِن قِيَامٍ وَمَا كَانُوا۟ مُنتَصِرِينَ
- Artık, ne yerlerinden kalkmaya güçleri yetti, ne de başkasından yardım görebildiler.
46.ayeti
Zâriyât 46
- Ve kavme nûhın min kabl(kablu), inne hum kânû kavmen fâsıkîn(fâsıkîne).
- وَقَوْمَ نُوحٍ مِّن قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا۟ قَوْمًا فَٰسِقِينَ
- Bunlardan önce de Nûh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar fâsık bir toplum idiler.
47.ayeti
Zâriyât 47
- Ves semâe beneynâhâ bi eydin ve innâ le mûsiûn(mûsiûne).
- وَٱلسَّمَآءَ بَنَيْنَٰهَا بِأَيْي۟دٍ وَإِنَّا لَمُوسِعُونَ
- Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz bizim (her şeye) gücümüz yeter.
48.ayeti
Zâriyât 48
- Vel arda fereşnâhâ fe ni’mel mâhidûn(mâhidûne).
- وَٱلْأَرْضَ فَرَشْنَٰهَا فَنِعْمَ ٱلْمَٰهِدُونَ
- Yeri de biz döşedik. Biz ne güzel döşeyiciyiz.
49.ayeti
Zâriyât 49
- Ve min kulli şey’in halaknâ zevceynî leallekum tezekkerûn(tezekkerûne).
- وَمِن كُلِّ شَىْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
- Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.
50.ayeti
Zâriyât 50
- Fe firrû ilâllâh(ilâllâhi), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
- فَفِرُّوٓا۟ إِلَى ٱللَّهِ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
- O hâlde Allah’a koşun. Şüphesiz ben, size O’nun katından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
51.ayeti
Zâriyât 51
- Ve lâ tec’alû meallâhi ilâhen âhar(âhara), innî lekum minhu nezîrun mubîn(mubînun).
- وَلَا تَجْعَلُوا۟ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ ۖ إِنِّى لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ مُّبِينٌ
- Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Gerçekten ben, size, Allah tarafından gönderilmiş açık bir uyarıcıyım.
52.ayeti
Zâriyât 52
- Kezâlike mâ etellezîne min kablihim min resûlin illâ kâlû sâhırun ev mecnûn(mecnûnun).
- كَذَٰلِكَ مَآ أَتَى ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِم مِّن رَّسُولٍ إِلَّا قَالُوا۟ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
- İşte böyle! Onlardan öncekilere hiçbir peygamber gelmemişti ki, “O bir büyücüdür” yahut “bir delidir” demiş olmasınlar.
53.ayeti
Zâriyât 53
- E tevâsav bih(bihî), bel hum kavmun tâgûn(tâgûne).
- أَتَوَاصَوْا۟ بِهِۦ ۚ بَلْ هُمْ قَوْمٌ طَاغُونَ
- Onlar bunu birbirlerine tavsiye mi ettiler (ki hep aynı şeyleri söylüyorlar)? Hayır, onlar azgın bir topluluktur.
54.ayeti
Zâriyât 54
- Fe tevelle anhum fe mâ ente bi melûm(melûme).
- فَتَوَلَّ عَنْهُمْ فَمَآ أَنتَ بِمَلُومٍ
- Onun için, onlardan yüz çevir. Artık kınanacak değilsin.
55.ayeti
Zâriyât 55
- Ve zekkir fe innez zikrâ tenfeul mû’minîn(mû’minîne).
- وَذَكِّرْ فَإِنَّ ٱلذِّكْرَىٰ تَنفَعُ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- Sen yine de öğüt ver. Çünkü öğüt mü’minlere fayda verir.
56.ayeti
Zâriyât 56
- Ve mâ halaktul cinne vel inse illâ li ya´budûn(ya´budûni).
- وَمَا خَلَقْتُ ٱلْجِنَّ وَٱلْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
- Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.
57.ayeti
Zâriyât 57
- Mâ urîdu minhum min rızkın ve mâ urîdu en yut’imûni.
- مَآ أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَآ أُرِيدُ أَن يُطْعِمُونِ
- Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum.
58.ayeti
Zâriyât 58
- İnnallâhe huver rezzâku zul kuvvetil metîn(metînu).
- إِنَّ ٱللَّهَ هُوَ ٱلرَّزَّاقُ ذُو ٱلْقُوَّةِ ٱلْمَتِينُ
- Şüphesiz Allah rızık verendir, güçlüdür, çok kuvvetlidir.
59.ayeti
Zâriyât 59
- Fe inne lillezîne zalemû zenûben misle zenûbi ashâbihim fe lâ yesta’cilûni.
- فَإِنَّ لِلَّذِينَ ظَلَمُوا۟ ذَنُوبًا مِّثْلَ ذَنُوبِ أَصْحَٰبِهِمْ فَلَا يَسْتَعْجِلُونِ
- Şüphesiz zulmedenler için (önceki müşrik) arkadaşlarının azap payı gibi payları vardır. Artık azabımı acele istemesinler.
60.ayeti
Zâriyât 60
- Fe veylun lillezîne keferû min yevmihimullezî yûadûn(yûadûne).
- فَوَيْلٌ لِّلَّذِينَ كَفَرُوا۟ مِن يَوْمِهِمُ ٱلَّذِى يُوعَدُونَ
- Uyarıldıkları günlerinden dolayı vay o inkâr edenlerin hâline!
önceki sure
Kaf Suresi Sonraki Sure
Tur Suresi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Buraya Bir Yorum bırakarak sayfaya değer katabilirsiniz..
❗ Yorumlar Denetlendikten sonra yayınlanır ❗