Şuara Suresi Türkçe okunuşu yazılışı sesli takipli kuran oku - Taa sin mim
Kuranı kerimin 26 sıradaki suresi (26. sure) Şuara suresinin Kolay ezberleme ve doğru okuma için okunuşu ile latin harflerle yazılışını alt alta yazı olarak mobil uyumlu bir şekilde ekledik ve anlamı meali ile en kolay anlaşılan şekilde namazzamani ve baska sitelerden faydalanarak biraraya getirdik. dilerseniz surenin sonundan mp3 olarak bu sureyi indirebilirsiniz. Allah Blogumdan faydalananlara zihin açıklığı versin.
Alternatif: >>> İndir
Bismillahirrahmanirrahim - Rahman ve Rahim Olan Allah'ın ismi ile
Şuarâ 1
- Tâ, sin, mim.
- بِسْمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحْمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ طسٓمٓ
- Tâ Sîn Mîm.
Şuarâ 2
- Tilke âyâtul kitâbil mubîn(mubîni).
- تِلْكَ ءَايَٰتُ ٱلْكِتَٰبِ ٱلْمُبِينِ
- Bunlar, apaçık Kitab’ın âyetleridir.
Şuarâ 3
- Lealleke bâhıun nefseke ellâ yekûnû mu’minîn(mu’minîne).
- لَعَلَّكَ بَٰخِعٌ نَّفْسَكَ أَلَّا يَكُونُوا۟ مُؤْمِنِينَ
- Ey Muhammed! Mü’min olmuyorlar diye âdeta kendini helâk edeceksin!
Şuarâ 4
- İn neşe’ nunezzil aleyhim mines semâi âyeten fe zallet a’nâkuhum lehâ hâdıîn(hâdıîne).
- إِن نَّشَأْ نُنَزِّلْ عَلَيْهِم مِّنَ ٱلسَّمَآءِ ءَايَةً فَظَلَّتْ أَعْنَٰقُهُمْ لَهَا خَٰضِعِينَ
- Biz dilesek, onlara gökten bir mucize indiririz de, ona boyun eğmek zorunda kalırlar.
Şuarâ 5
- Ve mâ ye’tîhim min zikrin miner rahmâni muhdesin illâ kânû anhu mu’ridîn(mu’ridîne).
- وَمَا يَأْتِيهِم مِّن ذِكْرٍ مِّنَ ٱلرَّحْمَٰنِ مُحْدَثٍ إِلَّا كَانُوا۟ عَنْهُ مُعْرِضِينَ
- Rahmân’dan kendilerine gelen her yeni öğütten mutlaka yüz çevirirler.
Şuarâ 6
- Fe kad kezzebû fe seye’tîhim enbâu mâ kânû bihî yestehziûn(yestehziûne).
- فَقَدْ كَذَّبُوا۟ فَسَيَأْتِيهِمْ أَنۢبَٰٓؤُا۟ مَا كَانُوا۟ بِهِۦ يَسْتَهْزِءُونَ
- Onlar (Allah’ın âyetlerini) yalanladılar, fakat alay edegeldikleri şeylerin haberleri başlarına gelecek.
Şuarâ 7
- E ve lem yerev ilel ardı kem enbetnâ fîhâ min kulli zevcin kerîm(kerîmin).
- أَوَلَمْ يَرَوْا۟ إِلَى ٱلْأَرْضِ كَمْ أَنۢبَتْنَا فِيهَا مِن كُلِّ زَوْجٍ كَرِيمٍ
- Yeryüzüne bakmazlar mı, orada her türden nice güzel ve yararlı bitkiler bitirdik.
Şuarâ 8
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Şüphesiz bunlarda (Allah’ın varlığına) bir delil vardır, ama onların çoğu inanmamaktadırlar.
Şuarâ 9
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîme).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
Şuarâ 10
- Ve iz nâdâ rabbuke mûsâ eni’til kavmez zâlimîn(zâlimîne).
- وَإِذْ نَادَىٰ رَبُّكَ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱئْتِ ٱلْقَوْمَ ٱلظَّٰلِمِينَ
- (10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.
Şuarâ 11
- Kavme fir’avn(fir’avne), e lâ yettekûn(yettekûne).
- قَوْمَ فِرْعَوْنَ ۚ أَلَا يَتَّقُونَ
- (10-11) Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.
Şuarâ 12
- Kâle rabbi innî ehâfu en yukezzibûn(yukezzibûni).
- قَالَ رَبِّ إِنِّىٓ أَخَافُ أَن يُكَذِّبُونِ
- Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Muhakkak ki ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.”
Şuarâ 13
- Ve yadîku sadrî ve lâ yentaliku lisânî fe ersil ilâ hârûn(hârûne).
- وَيَضِيقُ صَدْرِى وَلَا يَنطَلِقُ لِسَانِى فَأَرْسِلْ إِلَىٰ هَٰرُونَ
- “Göğsüm daralır. Akıcı konuşamam. Onun için, Hârûn’a da peygamberlik ver (ve onu bana yardımcı yap).”
Şuarâ 14
- Ve lehum aleyye zenbun fe ehâfu en yaktulûn(yaktulûni).
- وَلَهُمْ عَلَىَّ ذَنۢبٌ فَأَخَافُ أَن يَقْتُلُونِ
- “Bir de onlara karşı ben suçlu durumundayım. Bu yüzden onların beni öldürmelerinden korkarım.”
Şuarâ 15
- Kâle kellâ, fezhebâ bi âyâtinâ innâ meakum mustemiûn(mustemiûne).
- قَالَ كَلَّا ۖ فَٱذْهَبَا بِـَٔايَٰتِنَآ ۖ إِنَّا مَعَكُم مُّسْتَمِعُونَ
- Allah dedi ki, “Hayır, korkma! Mucizelerimizle gidin. Çünkü biz sizinle beraberiz, (her şeyi) işitmekteyiz.”
Şuarâ 16
- Fe’tiyâ fir’avne fe kûlâ innâ resûlu rabbil âlemîn(âlemîne).
- فَأْتِيَا فِرْعَوْنَ فَقُولَآ إِنَّا رَسُولُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Firavun’a gidin ve deyin: “Şüphesiz biz âlemlerin Rabbinin elçisiyiz”,
Şuarâ 17
- En ersil meanâ benî isrâîl(isrâîle).
- أَنْ أَرْسِلْ مَعَنَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
- “İsrailoğullarını bizimle beraber gönder.”
Şuarâ 18
- Kâle e lem nurabbike fînâ velîden ve lebiste fînâ min umurike sinîn(sinîne).
- قَالَ أَلَمْ نُرَبِّكَ فِينَا وَلِيدًا وَلَبِثْتَ فِينَا مِنْ عُمُرِكَ سِنِينَ
- Firavun, şöyle dedi: “Seni biz küçük bir çocuk olarak alıp aramızda büyütmedik mi? Sen ömrünün nice yıllarını aramızda geçirdin.”
Şuarâ 19
- Ve fealte fa’letekelletî fealte ve ente minel kâfirîn(kâfirîne).
- وَفَعَلْتَ فَعْلَتَكَ ٱلَّتِى فَعَلْتَ وَأَنتَ مِنَ ٱلْكَٰفِرِينَ
- “(Böyle iken) sen o yaptığın işi yaptın (adam öldürdün). Sen nankörlerdensin.”
Şuarâ 20
- Kâle fealtuhâ izen ve ene mined dâllîn(dâllîne).
- قَالَ فَعَلْتُهَآ إِذًا وَأَنَا۠ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ
- Mûsâ, şöyle dedi: “Ben onu, o vakit kendimi kaybetmiş bir hâlde iken (istemeyerek) yaptım.”
Şuarâ 21
- Fe ferartu minkum lemmâ hıftukum fe vehebe lî rabbî hukmen ve cealenî minel murselîn(murselîne).
- فَفَرَرْتُ مِنكُمْ لَمَّا خِفْتُكُمْ فَوَهَبَ لِى رَبِّى حُكْمًا وَجَعَلَنِى مِنَ ٱلْمُرْسَلِينَ
- “Sizden korktuğum için de hemen aranızdan kaçtım. Derken, Rabbim bana hüküm ve hikmet bahşetti de beni peygamberlerden kıldı.”
Şuarâ 22
- Ve tilke ni’metun temunnuhâ aleyye en abbedte benî isrâîl(isrâîle).
- وَتِلْكَ نِعْمَةٌ تَمُنُّهَا عَلَىَّ أَنْ عَبَّدتَّ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
- “Senin başıma kaktığın bu nimet (gerçekte) İsrailoğullarını köleleştirmen(in neticesi)dir.”
Şuarâ 23
- Kâle fir’avnu ve mâ rabbul âlemîn(âlemîne).
- قَالَ فِرْعَوْنُ وَمَا رَبُّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- Firavun, “Âlemlerin Rabbi de nedir?” dedi.
Şuarâ 24
- Kâle rabbus semâvâti vel ardı ve mâ beynehumâ, in kuntum mûkınîn(mûkınîne).
- قَالَ رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُم مُّوقِنِينَ
- Mûsâ, “O, göklerin ve yerin ve her ikisi arasında bulunan her şeyin Rabbidir. Eğer gerçekten inanırsanız bu böyledir.”
Şuarâ 25
- Kâle li men havlehû e lâ testemiûn(testemiûne).
- قَالَ لِمَنْ حَوْلَهُۥٓ أَلَا تَسْتَمِعُونَ
- Firavun, etrafındakilere (alaycı bir ifade ile) “dinlemez misiniz?” dedi.
Şuarâ 26
- Kâle rabbukum ve rabbu âbâikumul evvelîn(evvelîne).
- قَالَ رَبُّكُمْ وَرَبُّ ءَابَآئِكُمُ ٱلْأَوَّلِينَ
- Mûsâ, “O, sizin de Rabbiniz, geçmiş atalarınızın da Rabbidir” dedi.
Şuarâ 27
- Kâle inne resûlekumullezî ursile ileykum le mecnûn(mecnûnun).
- قَالَ إِنَّ رَسُولَكُمُ ٱلَّذِىٓ أُرْسِلَ إِلَيْكُمْ لَمَجْنُونٌ
- Firavun, “Bu size gönderilen peygamberiniz, şüphesiz delidir” dedi.
Şuarâ 28
- Kâle rabbul meşrıkı vel magribi ve mâ beynehumâ, in kuntum ta’kılûn(ta’kılûne).
- قَالَ رَبُّ ٱلْمَشْرِقِ وَٱلْمَغْرِبِ وَمَا بَيْنَهُمَآ ۖ إِن كُنتُمْ تَعْقِلُونَ
- Mûsâ, “O, doğunun da batının da ve ikisi arasındaki her şeyin de Rabbidir. Eğer düşünüyorsanız bu, böyledir” dedi.
Şuarâ 29
- Kâle leinittehazte ilâhen gayrî le ec’alenneke minel mescûnîn(mescûnîne).
- قَالَ لَئِنِ ٱتَّخَذْتَ إِلَٰهًا غَيْرِى لَأَجْعَلَنَّكَ مِنَ ٱلْمَسْجُونِينَ
- Firavun, “Eğer benden başka bir ilâh edinirsen, andolsun seni zindana atılanlardan ederim.”
Şuarâ 30
- Kâle e ve lev ci’tuke bi şey’in mubîn(mubînin).
- قَالَ أَوَلَوْ جِئْتُكَ بِشَىْءٍ مُّبِينٍ
- Mûsâ, “Sana apaçık bir delil getirmiş olsam da mı?” dedi.
Şuarâ 31
- Kâle fe’ti bihî in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
- قَالَ فَأْتِ بِهِۦٓ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- Firavun, “Doğru söyleyenlerden isen haydi getir onu,” dedi.
Şuarâ 32
- Fe elkâ asâhu fe izâ hiye su’bânun mubîn(mubînun).
- فَأَلْقَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ ثُعْبَانٌ مُّبِينٌ
- Bunun üzerine Mûsâ, asasını attı, bir de ne görsünler, asa açıkça kocaman bir yılan olmuş.
Şuarâ 33
- Ve nezea yedehu fe izâ hiye beydâu lin nâzırîn(nâzırîne).
- وَنَزَعَ يَدَهُۥ فَإِذَا هِىَ بَيْضَآءُ لِلنَّٰظِرِينَ
- Elini koynundan çıkardı, bir de ne görsünler, bakanlara bembeyaz olmuş.
Şuarâ 34
- Kâle lil melei havlehû inne hâzâ le sâhırun alîm(alîmun).
- قَالَ لِلْمَلَإِ حَوْلَهُۥٓ إِنَّ هَٰذَا لَسَٰحِرٌ عَلِيمٌ
- Firavun, çevresindeki ileri gelenlere, “Şüphesiz bu, bilgin bir sihirbazdır” dedi.
Şuarâ 35
- Yurîdu en yuhricekum min ardıkum bi sıhrihî fe mâzâ te’murûn(te’murûne).
- يُرِيدُ أَن يُخْرِجَكُم مِّنْ أَرْضِكُم بِسِحْرِهِۦ فَمَاذَا تَأْمُرُونَ
- “Sizi, yaptığı sihirle, yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne dersiniz?”
Şuarâ 36
- Kâlû ercih ve ehâhu veb’as fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
- قَالُوٓا۟ أَرْجِهْ وَأَخَاهُ وَٱبْعَثْ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ
- Dediler ki: "Onu ve kardeşini alıkoy. Şehirlere de toplayıcı adamlar gönder."
Şuarâ 37
- Ye’tûke bi kulli sehhârin alîm(alîmin).
- يَأْتُوكَ بِكُلِّ سَحَّارٍ عَلِيمٍ
- “Sana bütün usta sihirbazları getirsinler.”
Şuarâ 38
- Fe cumias seharatu li mîkâti yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
- فَجُمِعَ ٱلسَّحَرَةُ لِمِيقَٰتِ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
- Böylece sihirbazlar, belli bir günün belirlenen bir vaktinde bir araya getirildiler.
Şuarâ 39
- Ve kîle lin nâsi hel entum muctemiûn(muctemiûne).
- وَقِيلَ لِلنَّاسِ هَلْ أَنتُم مُّجْتَمِعُونَ
- İnsanlara da “Siz de toplanır mısınız?” denildi.
Şuarâ 40
- Leallenâ nettebius seharate in kânû humul gâlibîn(gâlibîne).
- لَعَلَّنَا نَتَّبِعُ ٱلسَّحَرَةَ إِن كَانُوا۟ هُمُ ٱلْغَٰلِبِينَ
- “Umarız, üstün gelirlerse sihirbazlara uyarız” (dediler.)
Şuarâ 41
- Fe lemmâ câes seharatu kâlû li fir’avne e inne lenâ le ecran in kunnâ nahnul gâlibîn(gâlibîne).
- فَلَمَّا جَآءَ ٱلسَّحَرَةُ قَالُوا۟ لِفِرْعَوْنَ أَئِنَّ لَنَا لَأَجْرًا إِن كُنَّا نَحْنُ ٱلْغَٰلِبِينَ
- Sihirbazlar gelince, Firavun’a, “Eğer biz üstün gelirsek, gerçekten bize bir mükâfat var mı?” dediler.
Şuarâ 42
- Kâle neam ve innekum izen le minel mukarrabîn(mukarrabîne).
- قَالَ نَعَمْ وَإِنَّكُمْ إِذًا لَّمِنَ ٱلْمُقَرَّبِينَ
- Firavun, “Evet, hem o takdirde mutlaka bana yakın kimselerden olacaksınız” dedi.
Şuarâ 43
- Kâle lehum mûsâ elkû mâ entum mulkûn(mulkûne).
- قَالَ لَهُم مُّوسَىٰٓ أَلْقُوا۟ مَآ أَنتُم مُّلْقُونَ
- Mûsâ onlara, “Hadi ortaya atacağınız şeyi atın” dedi.
Şuarâ 44
- Fe elkav hıbâlehum ve ısıyyehum ve kâlû bi izzeti fir’avne innâ le nahnul gâlibûn(gâlibûne).
- فَأَلْقَوْا۟ حِبَالَهُمْ وَعِصِيَّهُمْ وَقَالُوا۟ بِعِزَّةِ فِرْعَوْنَ إِنَّا لَنَحْنُ ٱلْغَٰلِبُونَ
- Bunun üzerine onlar iplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücüyle elbette bizler üstün geleceğiz” dediler.
Şuarâ 45
- Fe elkâ mûsâ asâhu fe izâ hiye telkafu mâ ye’fikûn(ye’fikûne).
- فَأَلْقَىٰ مُوسَىٰ عَصَاهُ فَإِذَا هِىَ تَلْقَفُ مَا يَأْفِكُونَ
- Mûsâ da asasını attı. Bir de ne görsünler, asa onların düzdükleri sihir takımlarını yutuyor.
Şuarâ 46
- Fe ulkıyes seharatu sâcidîn(sâcidîne).
- فَأُلْقِىَ ٱلسَّحَرَةُ سَٰجِدِينَ
- Bunun üzerine sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
Şuarâ 47
- Kâlû âmennâ bi rabbil âlemîn(âlemîne).
- قَالُوٓا۟ ءَامَنَّا بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Âlemlerin Rabbine inandık” dediler.
Şuarâ 48
- Rabbi mûsâ ve hârûn(hârûne).
- رَبِّ مُوسَىٰ وَهَٰرُونَ
- “Mûsâ’nın ve Hârûn’un Rabbi’ne.”
Şuarâ 49
- Kâle âmentum lehu kable en âzene lekum, innehu le kebîrukumullezî allemekumus sıhr(sıhra), fe le sevfe ta’lemûn(ta’lemûne), le ukattıanne eydiyekum ve erculekum min hılâfin ve le usallibennekum ecmaîn(ecmaîne).
- قَالَ ءَامَنتُمْ لَهُۥ قَبْلَ أَنْ ءَاذَنَ لَكُمْ ۖ إِنَّهُۥ لَكَبِيرُكُمُ ٱلَّذِى عَلَّمَكُمُ ٱلسِّحْرَ فَلَسَوْفَ تَعْلَمُونَ ۚ لَأُقَطِّعَنَّ أَيْدِيَكُمْ وَأَرْجُلَكُم مِّنْ خِلَٰفٍ وَلَأُصَلِّبَنَّكُمْ أَجْمَعِينَ
- Firavun, “Ben size izin vermeden ona inandınız ha? Mutlaka o, size sihri öğreten büyüğünüzdür. Yakında bilip göreceksiniz siz! Andolsun, ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım” dedi.
Şuarâ 50
- Kâlû lâ dayra innâ ilâ rabbinâ munkalibûn(munkalibûne).
- قَالُوا۟ لَا ضَيْرَ ۖ إِنَّآ إِلَىٰ رَبِّنَا مُنقَلِبُونَ
- Sihirbazlar şöyle dediler: “Zararı yok, mutlaka Rabbimize döneceğiz.”
Şuarâ 51
- İnnâ natmeu en yagfira lenâ rabbunâ hatâyânâ en kunnâ evvelel mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّا نَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لَنَا رَبُّنَا خَطَٰيَٰنَآ أَن كُنَّآ أَوَّلَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- “(Burada) ilk inananlar biz olduğumuz için şüphesiz Rabbimizin, hatalarımızı bağışlayacağını umuyoruz.”
Şuarâ 52
- Ve evhaynâ ilâ mûsâ en esri bi ıbâdî innekum muttebeûn(muttebeûne).
- ۞ وَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنْ أَسْرِ بِعِبَادِىٓ إِنَّكُم مُّتَّبَعُونَ
- Biz Mûsâ’ya, “Kullarımı geceleyin yola çıkar, muhakkak ki takip edileceksiniz” diye vahyettik.
Şuarâ 53
- Fe ersele fir’avnu fîl medâini hâşirîn(hâşirîne).
- فَأَرْسَلَ فِرْعَوْنُ فِى ٱلْمَدَآئِنِ حَٰشِرِينَ
- Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.
Şuarâ 54
- İnne hâulâi le şirzimetun kalîlûn(kalîlûne).
- إِنَّ هَٰٓؤُلَآءِ لَشِرْذِمَةٌ قَلِيلُونَ
- Dedi ki, “Bunlar pek az ve önemsiz bir topluluktur.”
Şuarâ 55
- Ve innehum lenâ le gâizûn(gâizûne).
- وَإِنَّهُمْ لَنَا لَغَآئِظُونَ
- “Şüphesiz onlar bize öfke duyuyorlar.”
Şuarâ 56
- Ve innâ le cemîun hâzirûn(hâzirûne).
- وَإِنَّا لَجَمِيعٌ حَٰذِرُونَ
- “Ama biz uyanık ve tedbirli bir topluluğuz.”
Şuarâ 57
- Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn(uyûnin).
- فَأَخْرَجْنَٰهُم مِّن جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
- (57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
Şuarâ 58
- Ve kunûzin ve makâmin kerîm(kerîmin).
- وَكُنُوزٍ وَمَقَامٍ كَرِيمٍ
- (57-58) Biz de Firavun’un kavmini bahçelerden, pınar başlarından, servetlerden ve iyi bir konumdan çıkardık.
Şuarâ 59
- Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl(isrâîle).
- كَذَٰلِكَ وَأَوْرَثْنَٰهَا بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
- İşte böyle yaptık ve onlara, İsrailoğullarını mirasçı kıldık.
Şuarâ 60
- Fe etbeûhum muşrikîn(muşrikîne).
- فَأَتْبَعُوهُم مُّشْرِقِينَ
- Firavun ve adamları gün doğarken onları takibe koyuldular.
Şuarâ 61
- Fe lemmâ terâel cem’âni kâle ashâbu musâ innâ le mudrakûn(mudrakûne).
- فَلَمَّا تَرَٰٓءَا ٱلْجَمْعَانِ قَالَ أَصْحَٰبُ مُوسَىٰٓ إِنَّا لَمُدْرَكُونَ
- İki topluluk birbirini görünce Mûsâ’nın arkadaşları, “Eyvah yakalandık” dediler.
Şuarâ 62
- Kâle kellâ, inne maiye rabbî seyehdîn(seyehdîni).
- قَالَ كَلَّآ ۖ إِنَّ مَعِىَ رَبِّى سَيَهْدِينِ
- Mûsâ, “Hayır! Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir” dedi.
Şuarâ 63
- Fe evhaynâ ilâ mûsâ enıdrib bi asâkel bahr(bahra), fenfeleka fe kâne kullu firkın ket tavdil azîm(azîmi).
- فَأَوْحَيْنَآ إِلَىٰ مُوسَىٰٓ أَنِ ٱضْرِب بِّعَصَاكَ ٱلْبَحْرَ ۖ فَٱنفَلَقَ فَكَانَ كُلُّ فِرْقٍ كَٱلطَّوْدِ ٱلْعَظِيمِ
- Bunun üzerine Mûsâ’ya, “Asan ile denize vur” diye vahyettik. Deniz derhal yarıldı. Her parçası koca bir dağ gibiydi.
Şuarâ 64
- Ve ezlefnâ semmel âharîn(âharîne).
- وَأَزْلَفْنَا ثَمَّ ٱلْءَاخَرِينَ
- Ötekileri de oraya yaklaştırdık.
Şuarâ 65
- Ve enceynâ mûsâ ve men meahû ecmaîn(ecmaîne).
- وَأَنجَيْنَا مُوسَىٰ وَمَن مَّعَهُۥٓ أَجْمَعِينَ
- Mûsâ’yı ve beraberindekilerin hepsini kurtardık.
Şuarâ 66
- Summe agraknel âharîn(âharîne).
- ثُمَّ أَغْرَقْنَا ٱلْءَاخَرِينَ
- Sonra ötekileri suda boğduk.
Şuarâ 67
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Bunda şüphesiz bir ibret vardır. Ama pek çokları iman etmiş değillerdi.
Şuarâ 68
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz ki senin Rabbin elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
Şuarâ 69
- Vetlu aleyhim nebee ibrâhîm(ibrâhîme).
- وَٱتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ إِبْرَٰهِيمَ
- Ey Muhammed! Onlara İbrahim’in haberini de oku.
Şuarâ 70
- İz kâle li ebîhi ve kavmihî mâ ta’budûn(ta’budûne).
- إِذْ قَالَ لِأَبِيهِ وَقَوْمِهِۦ مَا تَعْبُدُونَ
- Hani o, babasına ve kavmine, “Neye tapıyorsunuz?” demişti.
Şuarâ 71
- Kâlû na’budu asnâmen fe nezallu lehâ âkifîn(âkifîne).
- قَالُوا۟ نَعْبُدُ أَصْنَامًا فَنَظَلُّ لَهَا عَٰكِفِينَ
- “Putlara tapıyoruz ve onlara tapmağa devam edeceğiz” demişlerdi.
Şuarâ 72
- Kâle hel yesmeûnekum iz ted’ûn(ted’ûne).
- قَالَ هَلْ يَسْمَعُونَكُمْ إِذْ تَدْعُونَ
- İbrahim, dedi ki: “Onlara yalvardığınızda sizi işitiyorlar mı?”
Şuarâ 73
- Ev yenfeûnekum ev yedurrûn(yedurrûne).
- أَوْ يَنفَعُونَكُمْ أَوْ يَضُرُّونَ
- “Yahut size fayda veya zararları dokunur mu?”
Şuarâ 74
- Kâlû bel vecednâ âbâenâ kezâlike yef’alûn(yef’alûne).
- قَالُوا۟ بَلْ وَجَدْنَآ ءَابَآءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ
- “Hayır, ama biz babalarımızı böyle yaparken bulduk” dediler.
Şuarâ 75
- Kâle e fe raeytum mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
- قَالَ أَفَرَءَيْتُم مَّا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
- (75-76) İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?”
Şuarâ 76
- Entum ve âbâukumul akdemûn(akdemûne).
- أَنتُمْ وَءَابَآؤُكُمُ ٱلْأَقْدَمُونَ
- (75-76) İbrahim, şöyle dedi: “Sizin ve geçmiş atalarınızın taptığı şeyleri gördünüz mü?”
Şuarâ 77
- Fe innehum aduvvun lî illâ rabbel âlemîn(âlemîne).
- فَإِنَّهُمْ عَدُوٌّ لِّىٓ إِلَّا رَبَّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Şüphesiz onlar benim düşmanımdır. Ancak âlemlerin Rabbi olan Allah, dostumdur.”
Şuarâ 78
- Ellezî halakanî fe huve yehdîn(yehdîni).
- ٱلَّذِى خَلَقَنِى فَهُوَ يَهْدِينِ
- “O, beni yaratan ve bana doğru yolu gösterendir.”
Şuarâ 79
- Vellezî huve yut’ımunî ve yeskîn(yeskîni).
- وَٱلَّذِى هُوَ يُطْعِمُنِى وَيَسْقِينِ
- “O, bana yediren ve içirendir.”
Şuarâ 80
- Ve izâ maridtu fe huve yeşfîn(yeşfîni).
- وَإِذَا مَرِضْتُ فَهُوَ يَشْفِينِ
- “Hastalandığımda da O bana şifa verir.”
Şuarâ 81
- Vellezî yumîtunî summe yuhyîn(yuhyîni).
- وَٱلَّذِى يُمِيتُنِى ثُمَّ يُحْيِينِ
- “O, benim canımı alacak ve sonra diriltecek olandır.”
Şuarâ 82
- Vellezî atmeu en yagfira lî hatîetî yevmed dîn(dîni).
- وَٱلَّذِىٓ أَطْمَعُ أَن يَغْفِرَ لِى خَطِيٓـَٔتِى يَوْمَ ٱلدِّينِ
- “O, hesap gününde, hatalarımı bağışlayacağını umduğumdur.”
Şuarâ 83
- Rabbi heb lî hukmen ve elhıknî bis sâlihîn(sâlihîne).
- رَبِّ هَبْ لِى حُكْمًا وَأَلْحِقْنِى بِٱلصَّٰلِحِينَ
- “Ey Rabbim! Bana bir hikmet bahşet ve beni salih kimseler arasına kat.”
Şuarâ 84
- Vec’al lî lisâne sıdkın fîl âhırîn(âhırîne).
- وَٱجْعَل لِّى لِسَانَ صِدْقٍ فِى ٱلْءَاخِرِينَ
- “Sonra gelecekler arasında beni doğrulukla anılanlardan kıl.”
Şuarâ 85
- Vec’alnî min veraseti cennetin naîm(naîmi).
- وَٱجْعَلْنِى مِن وَرَثَةِ جَنَّةِ ٱلنَّعِيمِ
- “Beni Naîm cennetinin varislerinden eyle.”
Şuarâ 86
- Vagfir li ebî innehu kâne mined dâllîn(dâllîne).
- وَٱغْفِرْ لِأَبِىٓ إِنَّهُۥ كَانَ مِنَ ٱلضَّآلِّينَ
- “Babamı da bağışla. Çünkü o gerçekten yolunu şaşıranlardandır.”
Şuarâ 87
- Ve lâ tuhzinî yevme yûb’asûn(yûb’asûne).
- وَلَا تُخْزِنِى يَوْمَ يُبْعَثُونَ
- “(Kulların) diriltilecekleri gün beni utandırma!”
Şuarâ 88
- Yevme lâ yenfau mâlun ve lâ benûn(benûne).
- يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ
- “O gün ki ne mal fayda verir ne oğullar!”
Şuarâ 89
- İllâ men etâllâhe bi kalbin selîm(selîmin).
- إِلَّا مَنْ أَتَى ٱللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ
- “Allah’a arınmış bir kalp ile gelen başka.”
Şuarâ 90
- Ve uzlifetil cennetu lil muttekîn(muttekîne).
- وَأُزْلِفَتِ ٱلْجَنَّةُ لِلْمُتَّقِينَ
- Cennet, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara yaklaştırılacak.
Şuarâ 91
- Ve burrizetil cahîmu lil gâvîn(gâvîne).
- وَبُرِّزَتِ ٱلْجَحِيمُ لِلْغَاوِينَ
- (91-93) Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.
Şuarâ 92
- Ve kîle lehum eyne mâ kuntum ta’budûn(ta’budûne).
- وَقِيلَ لَهُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ تَعْبُدُونَ
- (91-93) Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.
Şuarâ 93
- Min dûnillâh(dûnillâhi), hel yensurûnekum ev yentesırûn(yentesırûne).
- مِن دُونِ ٱللَّهِ هَلْ يَنصُرُونَكُمْ أَوْ يَنتَصِرُونَ
- (91-93) Cehennem de azgınlara gösterilecek ve onlara, “Allah’ı bırakıp da tapmakta olduklarınız nerede? Size yardım ediyorlar mı veya kendilerini kurtarabiliyorlar mı?” denilecek.
Şuarâ 94
- Fe kubkıbû fîhâ hum vel gâvun(gâvune).
- فَكُبْكِبُوا۟ فِيهَا هُمْ وَٱلْغَاوُۥنَ
- (94-95) Artık onlar ve o azgınlar ile İblis’in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.
Şuarâ 95
- Ve cunûdu iblîse ecmeûn(ecmeûne).
- وَجُنُودُ إِبْلِيسَ أَجْمَعُونَ
- (94-95) Artık onlar ve o azgınlar ile İblis’in askerleri hepsi birden tepetakla oraya atılırlar.
Şuarâ 96
- Kâlû ve hum fîhâ yahtesımûn(yahtesımûne).
- قَالُوا۟ وَهُمْ فِيهَا يَخْتَصِمُونَ
- Orada onlar taptıklarıyla çekişerek şöyle derler:
Şuarâ 97
- Tallâhi in kunnâ le fî dalâlin mubîn(mubînin).
- تَٱللَّهِ إِن كُنَّا لَفِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ
- “Allah’a andolsun! Biz gerçekten apaçık bir sapıklık içindeymişiz.”
Şuarâ 98
- İz nusevvîkum bi rabbil âlemîn(âlemîne).
- إِذْ نُسَوِّيكُم بِرَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Çünkü sizi, âlemlerin Rabbi ile bir tutuyorduk.”
Şuarâ 99
- Ve mâ edallenâ illel mucrimûn(mucrimûne).
- وَمَآ أَضَلَّنَآ إِلَّا ٱلْمُجْرِمُونَ
- “Bizi ancak (önderlerimiz olan) suçlular saptırdı.”
Şuarâ 100
- Fe mâ lenâ min şâfiîn(şâfiîne).
- فَمَا لَنَا مِن شَٰفِعِينَ
- “İşte bu yüzden bizim şefaatçilerimiz yok.”
Şuarâ 101
- Ve lâ sadîkın hamîm(hamîmin).
- وَلَا صَدِيقٍ حَمِيمٍ
- “Candan bir dostumuz da yok.”
Şuarâ 102
- Fe lev enne lenâ kerraten fe nekûne minel mu’minîn(mu’minîne).
- فَلَوْ أَنَّ لَنَا كَرَّةً فَنَكُونَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- “Keşke (dünyaya) bir dönüşümüz olsa da inananlardan olsak.”
Şuarâ 103
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Elbet bunda bir ibret vardır. Onların çoğu iman etmiş değillerdi.
Şuarâ 104
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
Şuarâ 105
- Kezzebet kavmu nûhınil murselîn(murselîne).
- كَذَّبَتْ قَوْمُ نُوحٍ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Nûh’un kavmi de Peygamberleri yalanladı.
Şuarâ 106
- İz kâle lehum ehûhum nûhun e lâ tettekûn(tettekûne).
- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ نُوحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
- Hani kardeşleri Nûh, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuarâ 107
- İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
- إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
- “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
Şuarâ 108
- Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ 109
- Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
Şuarâ 110
- Fettekûllâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “O hâlde, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
1Şuarâ 111
- Kâlû e nu’minu leke vettebeakel erzelûn(erzelûne).
- ۞ قَالُوٓا۟ أَنُؤْمِنُ لَكَ وَٱتَّبَعَكَ ٱلْأَرْذَلُونَ
- Dediler ki: “Sana hep aşağılık kimseler uymuş iken, biz hiç sana inanır mıyız?”
Şuarâ 112
- Kâle ve mâ ilmî bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
- قَالَ وَمَا عِلْمِى بِمَا كَانُوا۟ يَعْمَلُونَ
- Nûh, şöyle dedi: “Onların yaptıklarına dair benim ne bilgim olabilir?”
Şuarâ 113
- İn hısâbuhum illâ alâ rabbî lev teş’urûn(teş’urûne).
- إِنْ حِسَابُهُمْ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّى ۖ لَوْ تَشْعُرُونَ
- “Onların hesaplarını görmek ancak Rabbime aittir. Bir anlayabilseniz!”
Şuarâ 114
- Ve mâ ene bi târidil mu’minîn(mu’minîne).
- وَمَآ أَنَا۠ بِطَارِدِ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- “Ben inananları kovacak değilim.”
Şuarâ 115
- İn ene illâ nezîrun mubîn(mubînun).
- إِنْ أَنَا۠ إِلَّا نَذِيرٌ مُّبِينٌ
- “Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”
Şuarâ 116
- Kâlû le in lem tentehi yâ nûhule tekûnenne minel mercûmîn(mercûmîne).
- قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰنُوحُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمَرْجُومِينَ
- Dediler ki: “Ey Nûh! (Bu işten) vazgeçmezsen mutlaka taşlananlardan olacaksın!”
Şuarâ 117
- Kâle rabbi inne kavmî kezzebûn(kezzebûni).
- قَالَ رَبِّ إِنَّ قَوْمِى كَذَّبُونِ
- Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kavmim beni yalanladı.”
Şuarâ 118
- Feftah beynî ve beynehum fethan ve neccinî ve men maiye minel mu’minîn(mu’minîne).
- فَٱفْتَحْ بَيْنِى وَبَيْنَهُمْ فَتْحًا وَنَجِّنِى وَمَن مَّعِىَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- “Artık onlarla benim aramda sen hükmet. Beni ve benimle birlikte olan mü’minleri kurtar.”
Şuarâ 119
- Fe enceynâhu ve men meahu fîl fulkil meşhûn(meşhûni).
- فَأَنجَيْنَٰهُ وَمَن مَّعَهُۥ فِى ٱلْفُلْكِ ٱلْمَشْحُونِ
- Derken biz onu ve beraberindekileri dolu geminin içinde (taşıyıp) kurtardık.
Şuarâ 120
- Summe agraknâ ba’dul bâkîn(bâkîne).
- ثُمَّ أَغْرَقْنَا بَعْدُ ٱلْبَاقِينَ
- Sonra da geride kalanları suda boğduk.
Şuarâ 121
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şuarâ 122
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin mutlak güç sahibi olandır, çok merhametli olandır.
Şuarâ 123
- Kezzebet âdunil murselîn(murselîne).
- كَذَّبَتْ عَادٌ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Âd kavmi de peygamberleri yalanladı.
Şuarâ 124
- İz kâle lehum ehûhum hûdun e lâ tettekûn(tettekûne).
- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ هُودٌ أَلَا تَتَّقُونَ
- Hani kardeşleri Hûd, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuarâ 125
- İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
- إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
- “Şüphesiz ben, size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
Şuarâ 126
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ 127
- Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
Şuarâ 128
- E tebnûne bi kulli rîın âyeten ta’besûn(ta’besûne).
- أَتَبْنُونَ بِكُلِّ رِيعٍ ءَايَةً تَعْبَثُونَ
- “Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?”
Şuarâ 129
- Ve tettehızûne mesânia leallekum tahludûn(tahludûne).
- وَتَتَّخِذُونَ مَصَانِعَ لَعَلَّكُمْ تَخْلُدُونَ
- “İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?”
Şuarâ 130
- Ve izâ betaştum betaştum cebbârîn(cebbârîne).
- وَإِذَا بَطَشْتُم بَطَشْتُمْ جَبَّارِينَ
- “Tutup yakaladığınız zaman zorbaca yakalarsınız.”
Şuarâ 131
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ 132
- Vettekûllezî emeddekum bimâ ta’lemûn(ta’lemûne).
- وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِىٓ أَمَدَّكُم بِمَا تَعْلَمُونَ
- (132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
Şuarâ 133
- Emeddekum bi en’âmin ve benîn(benîne).
- أَمَدَّكُم بِأَنْعَٰمٍ وَبَنِينَ
- (132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
Şuarâ 134
- Ve cennâtin ve uyûn(uyûnin).
- وَجَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
- (132-134) “Bildiğiniz her şeyi size veren, size hayvanlar, oğullar, bahçeler ve pınarlar veren Allah’a karşı gelmekten sakının.”
Şuarâ 135
- İnnî ehâfu aleykum azâbe yevmin azîm(azîmin).
- إِنِّىٓ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
- “Çünkü ben, sizin adınıza büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Şuarâ 136
- Kâlû sevâun aleynâ e vaazte em lem tekun minel vâızîn(vâızîne).
- قَالُوا۟ سَوَآءٌ عَلَيْنَآ أَوَعَظْتَ أَمْ لَمْ تَكُن مِّنَ ٱلْوَٰعِظِينَ
- Dediler ki: “Sen ister öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bize göre birdir.”
Şuarâ 137
- İn hâzâ illâ hulukul evvelîn(evvelîne).
- إِنْ هَٰذَآ إِلَّا خُلُقُ ٱلْأَوَّلِينَ
- “Bu, öncekilerin geleneklerinden başka bir şey değildir.”
Şuarâ 138
- Ve mâ nahnu bi muazzebîn(muazzebîne).
- وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّبِينَ
- “Biz azaba uğratılacak da değiliz.”
Şuarâ 139
- Fe kezzebûhu fe ehleknâhum, inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- فَكَذَّبُوهُ فَأَهْلَكْنَٰهُمْ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Böylece onlar Hûd’u yalanladılar. Biz de bu yüzden onları helâk ettik. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şuarâ 140
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Şuarâ 141
- Kezzebet semûdul murselîn(murselîne).
- كَذَّبَتْ ثَمُودُ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Semûd kavmi de Peygamberleri yalanladı.
Şuarâ 142
- İz kâle lehum ehûhum sâlihun e lâ tettekûn(tettekûne).
- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ صَٰلِحٌ أَلَا تَتَّقُونَ
- Hani kardeşleri Salih, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuarâ 143
- İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
- إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
- “Ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
Şuarâ 144
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Öyle ise Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin!”
Şuarâ 145
- Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
Şuarâ 146
- E tutrakûne fî mâ hâhunâ âminîn(âminîne).
- أَتُتْرَكُونَ فِى مَا هَٰهُنَآ ءَامِنِينَ
- (146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
Şuarâ 147
- Fî cennâtin ve uyûn(uyûnin).
- فِى جَنَّٰتٍ وَعُيُونٍ
- (146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
Şuarâ 148
- Ve zurûın ve nahlin tal’uhâ hedîm(hedîmun).
- وَزُرُوعٍ وَنَخْلٍ طَلْعُهَا هَضِيمٌ
- (146-148) “Siz buradaki bahçelerde, pınar başlarında, ekinlerde, meyveleri olgunlaşmış hurmalıklarda güven içinde bırakılacak mısınız?”
Şuarâ 149
- Ve tenhıtûne minel cibâli buyûten fârihîn(fârihîne).
- وَتَنْحِتُونَ مِنَ ٱلْجِبَالِ بُيُوتًا فَٰرِهِينَ
- “Bir de dağlardan ustalıkla evler yontuyorsunuz.”
Şuarâ 150
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ 151
- Ve lâ tutîû emral musrifîn(musrifîne).
- وَلَا تُطِيعُوٓا۟ أَمْرَ ٱلْمُسْرِفِينَ
- (151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
Şuarâ 152
- Ellezîne yufsidûne fîl ardı ve lâ yuslihûn(yuslihûne).
- ٱلَّذِينَ يُفْسِدُونَ فِى ٱلْأَرْضِ وَلَا يُصْلِحُونَ
- (151-152) “Yeryüzünde ıslaha çalışmayıp fesat çıkaran haddi aşmışların emrine itaat etmeyin.”
Şuarâ 153
- Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
- قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ
- Dediler ki: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
Şuarâ 154
- Mâ ente illâ beşerun mislunâ, fe’ti bi âyetin in kunte mines sâdikîn(sâdikîne).
- مَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا فَأْتِ بِـَٔايَةٍ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- “Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen haydi bize bir mucize getir.”
Şuarâ 155
- Kâle hâzihî nâkatun lehâ şirbun ve lekum şirbu yevmin ma’lûm(ma’lûmin).
- قَالَ هَٰذِهِۦ نَاقَةٌ لَّهَا شِرْبٌ وَلَكُمْ شِرْبُ يَوْمٍ مَّعْلُومٍ
- Salih, şöyle dedi: “İşte bir dişi deve! Onun (belli bir gün) su içme hakkı var, sizin de belli bir gün su içme hakkınız vardır.”
Şuarâ 156
- Ve lâ temessûhâ bi sûin fe ye’huzekum azâbu yevmin azîm(azîmin).
- وَلَا تَمَسُّوهَا بِسُوٓءٍ فَيَأْخُذَكُمْ عَذَابُ يَوْمٍ عَظِيمٍ
- “Sakın ona bir kötülük dokundurmayın. Yoksa büyük bir günün azabı sizi yakalar.”
Şuarâ 157
- Fe akarûhâ fe asbahû nâdimîn(nâdimîne).
- فَعَقَرُوهَا فَأَصْبَحُوا۟ نَٰدِمِينَ
- Derken onu kestiler, fakat pişman oldular.
Şuarâ 158
- Fe ehazehumul azâb(azâbu), inne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- فَأَخَذَهُمُ ٱلْعَذَابُ ۗ إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Böylece onları azap yakaladı. Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şuarâ 159
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Şuarâ 160
- Kezzebet kavmu lûtınil murselîn(murselîne).
- كَذَّبَتْ قَوْمُ لُوطٍ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Lût’un kavmi de peygamberleri yalanladı.
Şuarâ 161
- İz kâle lehum ehûhum lûtun e lâ tettekûn(tettekûne).
- إِذْ قَالَ لَهُمْ أَخُوهُمْ لُوطٌ أَلَا تَتَّقُونَ
- Hani kardeşleri Lût, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuarâ 162
- İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
- إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
- “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
Şuarâ 163
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Şuarâ 164
- Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
Şuarâ 165
- E te’tûnez zukrâne minel âlemîn(âlemîne).
- أَتَأْتُونَ ٱلذُّكْرَانَ مِنَ ٱلْعَٰلَمِينَ
- (165-166) “Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz.”
Şuarâ 166
- Ve tezerûne mâ halaka lekum rabbukum min ezvâcikum, bel entum kavmun âdûn(âdûne).
- وَتَذَرُونَ مَا خَلَقَ لَكُمْ رَبُّكُم مِّنْ أَزْوَٰجِكُم ۚ بَلْ أَنتُمْ قَوْمٌ عَادُونَ
- (165-166) “Rabbinizin, sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor da insanlar arasından erkeklere mi yanaşıyorsunuz? Siz gerçekten haddi aşan bir topluluksunuz.”
Şuarâ 167
- Kâlû le in lem tentehi yâ lûtu le tekûnenne minel muhracîn(muhracîne).
- قَالُوا۟ لَئِن لَّمْ تَنتَهِ يَٰلُوطُ لَتَكُونَنَّ مِنَ ٱلْمُخْرَجِينَ
- Dediler ki: “Ey Lût! (İşimize karışmaktan) vazgeçmezsen mutlaka (şehirden) çıkarılanlardan olacaksın!”
Şuarâ 168
- Kâle innî li amelikum minel kâlîn(kâlîne).
- قَالَ إِنِّى لِعَمَلِكُم مِّنَ ٱلْقَالِينَ
- Lût, şöyle dedi: “Şüphesiz ben sizin yaptığınız bu çirkin işe kızanlardanım.”
Şuarâ 169
- Rabbi neccinî ve ehlî mimmâ ya’melûn(ya’melûne).
- رَبِّ نَجِّنِى وَأَهْلِى مِمَّا يَعْمَلُونَ
- “Ey Rabbim! Beni ve ailemi onların yaptıkları çirkin işten kurtar.”
Şuarâ 170
- Fe necceynâhu ve ehlehû ecmaîn(ecmaîne).
- فَنَجَّيْنَٰهُ وَأَهْلَهُۥٓ أَجْمَعِينَ
- (170-171) Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.
Şuarâ 171
- İllâ acûzen fîl gâbirîn(gâbirîne).
- إِلَّا عَجُوزًا فِى ٱلْغَٰبِرِينَ
- (170-171) Bunun üzerine biz de onu ve geri kalanlar arasındaki yaşlı bir kadın hariç bütün ailesini kurtardık.
Şuarâ 172
- Summe demmernel âharîn(âharîne).
- ثُمَّ دَمَّرْنَا ٱلْءَاخَرِينَ
- Sonra diğerlerini helâk ettik.
Şuarâ 173
- Ve emtarnâ aleyhim matara(mataran), fe sâe matarul munzerîn(munzerîne).
- وَأَمْطَرْنَا عَلَيْهِم مَّطَرًا ۖ فَسَآءَ مَطَرُ ٱلْمُنذَرِينَ
- Onların üzerine bir yağmur (gibi taş) yağdırdık. (Başlarına gelecekler konusunda) uyarılanların yağmuru ne kadar da kötü idi!
Şuarâ 174
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Şüphesiz bunda büyük bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şuarâ 175
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Şuarâ 176
- Kezzebe ashâbul eyketil murselîn(murselîne).
- كَذَّبَ أَصْحَٰبُ لْـَٔيْكَةِ ٱلْمُرْسَلِينَ
- Eyke halkı da peygamberleri yalanladı.
Şuarâ 177
- İz kâle lehum şuaybun e lâ tettekûn(tettekûne).
- إِذْ قَالَ لَهُمْ شُعَيْبٌ أَلَا تَتَّقُونَ
- Hani Şu’ayb, onlara şöyle demişti: “Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”
Şuarâ 178
- İnnî lekum resûlun emîn(emînun).
- إِنِّى لَكُمْ رَسُولٌ أَمِينٌ
- “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
Şuarâ 179
- Fettekullâhe ve etîûn(etîûni).
- فَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُونِ
- Artık, Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.
Şuarâ 180
- Ve mâ es’elukum aleyhi min ecr(ecrin), in ecriye illâ alâ rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَمَآ أَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ ۖ إِنْ أَجْرِىَ إِلَّا عَلَىٰ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
Şuarâ 181
- Evfûl keyle ve lâ tekûnû minel muhsirîn(muhsirîne).
- ۞ أَوْفُوا۟ ٱلْكَيْلَ وَلَا تَكُونُوا۟ مِنَ ٱلْمُخْسِرِينَ
- “Ölçüyü tam yapın. Eksik verenlerden olmayın.”
Şuarâ 182
- Vezinû bil kıstâsil mustekîm(mustekîmi).
- وَزِنُوا۟ بِٱلْقِسْطَاسِ ٱلْمُسْتَقِيمِ
- “Doğru terazi ile tartın.”
Şuarâ 183
- Ve lâ tebhasun nâse eşyâehum ve lâ ta’sev fîl ardı mufsidîn(mufsidîne).
- وَلَا تَبْخَسُوا۟ ٱلنَّاسَ أَشْيَآءَهُمْ وَلَا تَعْثَوْا۟ فِى ٱلْأَرْضِ مُفْسِدِينَ
- “İnsanların mallarını ve haklarını eksiltmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”
Şuarâ 184
- Vettekûllezî halakakum vel cibilletel evvelîn(evvelîne).
- وَٱتَّقُوا۟ ٱلَّذِى خَلَقَكُمْ وَٱلْجِبِلَّةَ ٱلْأَوَّلِينَ
- “Sizi ve önceki nesilleri yaratana karşı gelmekten sakının.”
Şuarâ 185
- Kâlû innemâ ente minel musahharîn(musahharîne).
- قَالُوٓا۟ إِنَّمَآ أَنتَ مِنَ ٱلْمُسَحَّرِينَ
- Onlar şöyle dediler: “Sen ancak büyülenmişlerdensin.”
Şuarâ 186
- Ve mâ ente illâ beşerun mislunâ ve in nazunnuke le minel kâzibîn(kâzibîne).
- وَمَآ أَنتَ إِلَّا بَشَرٌ مِّثْلُنَا وَإِن نَّظُنُّكَ لَمِنَ ٱلْكَٰذِبِينَ
- “Sen sadece bizim gibi bir insansın. Biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz.”
Şuarâ 187
- Fe eskıt aleynâ kisefen mines semâi in kunte mines sâdıkîn(sâdıkîne).
- فَأَسْقِطْ عَلَيْنَا كِسَفًا مِّنَ ٱلسَّمَآءِ إِن كُنتَ مِنَ ٱلصَّٰدِقِينَ
- “Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi gökten üzerimize bir parça düşür.”
Şuarâ 188
- Kâle rabbî a’lemu bi mâ ta’melûn(ta’melûne).
- قَالَ رَبِّىٓ أَعْلَمُ بِمَا تَعْمَلُونَ
- Şu’ayb, “Rabbim, yaptıklarınızı en iyi bilendir” dedi.
Şuarâ 189
- Fe kezzebûhu fe ehazehum azâbu yevmiz zulleh(zulleti), innehu kâne azâbe yevmin azîm(azîmin).
- فَكَذَّبُوهُ فَأَخَذَهُمْ عَذَابُ يَوْمِ ٱلظُّلَّةِ ۚ إِنَّهُۥ كَانَ عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ
- Onlar Şu’ayb’ı yalanladılar. Derken gölge gününün azabı onları yakaladı. Şüphesiz o, büyük bir günün azabı idi.
Şuarâ 190
- İnne fî zâlike le âyeh(âyeten), ve mâ kâne ekseruhum mu’minîn(mu’minîne).
- إِنَّ فِى ذَٰلِكَ لَءَايَةً ۖ وَمَا كَانَ أَكْثَرُهُم مُّؤْمِنِينَ
- Şüphesiz bunda bir ibret vardır. Onların çoğu ise iman etmiş değillerdir.
Şuarâ 191
- Ve inne rabbeke le huvel azîzur rahîm(rahîmu).
- وَإِنَّ رَبَّكَ لَهُوَ ٱلْعَزِيزُ ٱلرَّحِيمُ
- Şüphesiz senin Rabbin, mutlak güç sahibi ve çok merhametli olandır.
Şuarâ 192
- Ve innehu le tenzîlu rabbil âlemîn(âlemîne).
- وَإِنَّهُۥ لَتَنزِيلُ رَبِّ ٱلْعَٰلَمِينَ
- Şüphesiz bu Kur’an, âlemlerin Rabbi’nin indirmesidir.
Şuarâ 193
- Nezele bihir rûhul emîn(emînu).
- نَزَلَ بِهِ ٱلرُّوحُ ٱلْأَمِينُ
- (193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
Şuarâ 194
- Alâ kalbike li tekûne minel munzirîn(munzirîne).
- عَلَىٰ قَلْبِكَ لِتَكُونَ مِنَ ٱلْمُنذِرِينَ
- (193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
Şuarâ 195
- Bi lisânin arabiyyin mubîn(mubînin).
- بِلِسَانٍ عَرَبِىٍّ مُّبِينٍ
- (193-195) Uyarıcılardan olasın diye onu güvenilir Ruh (Cebrail) senin kalbine apaçık Arapça bir dil ile indirmiştir.
Şuarâ 196
- Ve innehu lefî zuburil evvelîn(evvelîne).
- وَإِنَّهُۥ لَفِى زُبُرِ ٱلْأَوَّلِينَ
- Şüphesiz bu (Kur’an’ın indirileceği) öncekilerin kitaplarında da vardı.
Şuarâ 197
- E ve lem yekun lehum âyeten en ya’lemehu ulemâu benî isrâîl(isrâîle).
- أَوَلَمْ يَكُن لَّهُمْ ءَايَةً أَن يَعْلَمَهُۥ عُلَمَٰٓؤُا۟ بَنِىٓ إِسْرَٰٓءِيلَ
- İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi, onlar (Mekke müşrikleri) için bir delil değil midir?
Şuarâ 198
- Ve lev nezzelnâhu alâ ba’dıl a’cemîn(a’cemîne).
- وَلَوْ نَزَّلْنَٰهُ عَلَىٰ بَعْضِ ٱلْأَعْجَمِينَ
- (198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
Şuarâ 199
- Fe karaehu aleyhim mâ kânû bihî mu’minîn(mu’minîne).
- فَقَرَأَهُۥ عَلَيْهِم مَّا كَانُوا۟ بِهِۦ مُؤْمِنِينَ
- (198-199) Biz onu Arapça bilmeyenlerden birine indirseydik ve o da bunu kendilerine okusaydı, yine buna inanmazlardı.
Şuarâ 200
- Kezâlike seleknâhu fî kulûbil mucrimîn(mucrimîne).
- كَذَٰلِكَ سَلَكْنَٰهُ فِى قُلُوبِ ٱلْمُجْرِمِينَ
- İşte böylece biz onu (Kur’an’ı) suçluların kalbine soktuk.
Şuarâ 201
- Lâ yu’minûne bihî hattâ yeravul azâbel elîm(elîme).
- لَا يُؤْمِنُونَ بِهِۦ حَتَّىٰ يَرَوُا۟ ٱلْعَذَابَ ٱلْأَلِيمَ
- (201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
Şuarâ 202
- Fe ye’tîyehum bagteten ve hum lâ yeş’urûn(yeş’urûne).
- فَيَأْتِيَهُم بَغْتَةً وَهُمْ لَا يَشْعُرُونَ
- (201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
Şuarâ 203
- Fe yekûlû hel nahnu munzarûn(munzarûne).
- فَيَقُولُوا۟ هَلْ نَحْنُ مُنظَرُونَ
- (201-203) Onlar, farkında olmadan ansızın kendilerine gelecek olan elem dolu azabı görüp de, “Bize mühlet verilmez mi?” demedikçe, ona inanmazlar.
Şuarâ 204
- E fe bi azâbinâ yesta’cilûn(yesta’cilûne).
- أَفَبِعَذَابِنَا يَسْتَعْجِلُونَ
- Bizim azabımızın çabuklaşmasını mı istiyorlar?
Şuarâ 205
- E fe raeyte in metta’nâhum sinîn(sinîne).
- أَفَرَءَيْتَ إِن مَّتَّعْنَٰهُمْ سِنِينَ
- Ey Muhammed! Ne dersin; biz onları yıllarca (dünya nimetlerinden) yararlandırsak,
Şuarâ 206
- Summe câehum mâ kânû yûadûn(yûadûne).
- ثُمَّ جَآءَهُم مَّا كَانُوا۟ يُوعَدُونَ
- Sonra da kendilerine tehdit edildikleri şey gelse, (hâlleri nice olurdu?)
Şuarâ 207
- Mâ agnâ anhum mâ kânû yumetteûn(yumetteûne).
- مَآ أَغْنَىٰ عَنْهُم مَّا كَانُوا۟ يُمَتَّعُونَ
- (Dünyada) yararlandırıldıkları şeyler onlara fayda sağlamazdı.
Şuarâ 208
- Ve mâ ehleknâ min karyetin illâ lehâ munzirûn(munzirûne).
- وَمَآ أَهْلَكْنَا مِن قَرْيَةٍ إِلَّا لَهَا مُنذِرُونَ
- Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik.
Şuarâ 209
- Zikrâ, ve mâ kunnâ zâlimîn(zâlimîne).
- ذِكْرَىٰ وَمَا كُنَّا ظَٰلِمِينَ
- Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.
Şuarâ 210
- Ve mâ tenezzelet bihiş şeyâtîn(şeyâtînu).
- وَمَا تَنَزَّلَتْ بِهِ ٱلشَّيَٰطِينُ
- O Kur’an’ı şeytanlar indirmemiştir.
Şuarâ 211
- Ve mâ yenbagî lehum ve mâ yestetîûn(yestetîûne).
- وَمَا يَنۢبَغِى لَهُمْ وَمَا يَسْتَطِيعُونَ
- Zaten bu onların harcı değildir, buna güçleri de yetmez.
Şuarâ 212
- İnnehum anis sem’i le ma’zûlûn(ma’zûlûne).
- إِنَّهُمْ عَنِ ٱلسَّمْعِ لَمَعْزُولُونَ
- Çünkü onlar (vahyi) işitmekten uzaklaştırılmışlardır.
Şuarâ 213
- Fe lâ ted’u meallahi ilâhen âhara fe tekûne minel muazzebîn(muazzebîne).
- فَلَا تَدْعُ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتَكُونَ مِنَ ٱلْمُعَذَّبِينَ
- Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun!
Şuarâ 214
- Ve enzir aşîretekel akrebîn(akrebîne).
- وَأَنذِرْ عَشِيرَتَكَ ٱلْأَقْرَبِينَ
- (Önce) en yakın akrabanı uyar.
Şuarâ 215
- Vahfıd cenâhake li menittebeake minel mu’minîn(mu’minîne).
- وَٱخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ ٱتَّبَعَكَ مِنَ ٱلْمُؤْمِنِينَ
- Mü’minlerden sana uyanlara kanatlarını indir.
Şuarâ 216
- Fe in asavke fe kul innî berîun mimmâ ta’melûn(ta’melûne).
- فَإِنْ عَصَوْكَ فَقُلْ إِنِّى بَرِىٓءٌ مِّمَّا تَعْمَلُونَ
- Eğer sana karşı gelirlerse, “Şüphesiz ben sizin yaptığınız şeylerden uzağım” de.
Şuarâ 217
- Ve tevekkel alel azîzir rahîm(rahîmi).
- وَتَوَكَّلْ عَلَى ٱلْعَزِيزِ ٱلرَّحِيمِ
- (217-219) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.
Şuarâ 218
- Ellezî yerâke hîne tekûm(tekûmu).
- ٱلَّذِى يَرَىٰكَ حِينَ تَقُومُ
- (217-219) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.
Şuarâ 219
- Ve tekallubeke fîs sâcidîn(sâcidîne).
- وَتَقَلُّبَكَ فِى ٱلسَّٰجِدِينَ
- (217-219) Namaza kalktığında, seni ve secde edenler arasında dolaşmanı gören; mutlak güç sahibi, çok merhametli olan Allah’a tevekkül et.
Şuarâ 220
- İnnehu huves semîul alîm(alîmu).
- إِنَّهُۥ هُوَ ٱلسَّمِيعُ ٱلْعَلِيمُ
- Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.
Şuarâ 221
- Hel unebbiukum alâ men tenezzeluş şeyâtîn(şeyâtînu).
- هَلْ أُنَبِّئُكُمْ عَلَىٰ مَن تَنَزَّلُ ٱلشَّيَٰطِينُ
- Şeytanların kime ineceğini size haber vereyim mi?
Şuarâ 222
- Tenezzelu alâ kulli effâkin esîm(esîmin).
- تَنَزَّلُ عَلَىٰ كُلِّ أَفَّاكٍ أَثِيمٍ
- Onlar, her günahkâr yalancıya inerler.
Şuarâ 223
- Yulkûnes sem’a ve ekseruhum kâzibûn(kâzibûne).
- يُلْقُونَ ٱلسَّمْعَ وَأَكْثَرُهُمْ كَٰذِبُونَ
- Bunlar da şeytanlara kulak verirler. Onların çoğu ise yalancıdır.
Şuarâ 224
- Veş şuarâu yettebiuhumul gâvun(gâvune).
- وَٱلشُّعَرَآءُ يَتَّبِعُهُمُ ٱلْغَاوُۥنَ
- Şairlere ise haddi aşan azgınlar uyarlar.
Şuarâ 225
- E lem tera ennehum fî kulli vâdin yehîmûn(yehîmûne).
- أَلَمْ تَرَ أَنَّهُمْ فِى كُلِّ وَادٍ يَهِيمُونَ
- (225-226) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
Şuarâ 226
- Ve ennehum yekûlûne mâ lâ yef’alûn(yef’alûne).
- وَأَنَّهُمْ يَقُولُونَ مَا لَا يَفْعَلُونَ
- (225-226) Görmez misin ki onlar, her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar ve yapmadıkları şeyleri söylerler.
Şuarâ 227
- İllellezîne âmenû ve amilus sâlihâti ve zekerûllâhe kesîran ventesarû min ba’di mâ zulimû, ve se ya’lemullezîne zalemû eyye munkalebin yenkalibûn(yenkalibûne).
- إِلَّا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ وَعَمِلُوا۟ ٱلصَّٰلِحَٰتِ وَذَكَرُوا۟ ٱللَّهَ كَثِيرًا وَٱنتَصَرُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا ظُلِمُوا۟ ۗ وَسَيَعْلَمُ ٱلَّذِينَ ظَلَمُوٓا۟ أَىَّ مُنقَلَبٍ يَنقَلِبُونَ
- Ancak iman edip salih amel işleyen, Allah’ı çok anan ve haksızlığa uğratıldıktan sonra öçlerini alanlar başka. Zulmedenler hangi akıbete uğrayacaklarını göreceklerdir.
önceki sure
Furkan Suresi Sonraki Sure
Neml Suresi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Buraya Bir Yorum bırakarak sayfaya değer katabilirsiniz..
❗ Yorumlar Denetlendikten sonra yayınlanır ❗